31 Mart 2016 Perşembe

PESTO SOSLU FETTUCCİNE ( EV YAPIMI MAKARNA )

Bence ev yapımı makarnanın üstüne bir lezzet daha yoktur.Bu ister Türk mutfağından erişte olsun , ister İtalyan mutfağından fettuccine ya da linguine ya da...yeter ki taze olsun, yumurtalı olsun, henüz kurumamış olsun.Öyle açılıp yumuşacık haliyle pişirilmiş olsun. Yoksa siz hala denemediniz mi? Bu ilk olsun o zaman tarif benden yapması sizden.

Makarna Hamuru İçin Malzemeler
- 300 gr un ( tercihen makarna unu )
- 3 yumurta ( tercihen köy yumurtası )
- 1 yemek kaşığı zeytinyağı
-  gerekirse soğuk su 


Yapılışı

  1. Unu bir kaseye alın.Mümkünse makarna unu kullanın.Eğer bulamazsanız normal unla yapabilirsiniz.Ben her iki unla denedim ama makarna unuyla yaptığım çok daha güzel oldu.Çalışması da daha kolay oldu.
  2. Ortasını havuz gibi açtığınız unun içine yumurtaları kırın.Köy yumurtasını tercih etme sebebim hem daha lezzetli olması, hem de hamura daha koyu sarı bir renk vermesidir.
  3. 1 yemek kaşığı zeytinyağını ekleyin ve elinizle ya da mikserle yoğurmaya başlayın.Baktınız hamur toparlanmıyor 1 yemek kaşığı soğuk su ekleyip tekrar yoğurun.Bu hamur oldukça sert bir hamur oluyor ve kesinlikle ele yapışmıyor.Yumurtaların büyüklüğüne göre hiç su eklemeden de hamuru toparlayabilirsiniz.Sanırım hamurun dokusunu aşağıda fotoğraftan anlayabilirsiniz.
  4. Pürüzsüz bir hal alana kadar yoğurduğunuz hamuru streçleyip buzdolabına kaldırın ve 30 dk dinlenmeye bırakın.
  5. Buzdolabından çıkardığınız hamuru 4 parçaya ayırın.Parçalardan 1 tanesini alıp merdane yardımıyla makarna açma-kesme makinesinden geçecek kadar açın.Aşağıdaki fotoğrafta gördüğünüz büyüklük yeterli olacaktır.Sakın benim makinem yok yapamam diye üzülmeyin.Çünkü aynı işlemleri elinizle de yapmanız mümkün.Merdaneyle hamuru biraz büyüttükten sonra oklavayla devam etmeniz gerekecektir.Hamur 1-2 mm kalınlığa ulaştığında kesmek için hazırdır.
  6. Hamuru makinenin açma yerinden geçirerek açın.Her seferinde 1 kademe incelterek açarsanız kolay olacaktır.
  7. Bu şekilde tüm hamur bezelerini açın.Açtığınız her hamuru hafifçe unlayarak üst üste koyun.Eğer elde kesecekseniz bu şekilde bir seferde  hepsini kesmiş olursunuz.
  8. Tüm hamurları açtıktan sonra dilediğiniz şekilde kesme işlemine geçebilirsiniz.Ben fettuccine şeklinde kesmek istedim.Bu benim en sevdiğim makarna şekli aslında:)
  9. Kestiğiniz makarnaları bir oklava üzerine alttaki fotoğrafta gördüğünüz gibi yerleştirin.Bunun için özel yapılmış makarna asma aparatları da mevcut.Ama makarnayı çok fazla yapmayacaksanız bence bir adet oklavada aynı işi görür.Tercih sizin.
  10. Tüm hamuru kesip oklavaya serdikten sonra tazecik, mis gibi yumurtalı makarnalarınız hazır efendim.
Evet makarnayı yaptığımıza göre pişirip, servis edebiliriz.Ben pesto sosu bu tarz makarnalara çok yakıştırıyorum.Baharı yaşadığımız şu güzel günlerde damağımızda da bahar tadını hissetmek için pesto sos tarifinide verelim :)

Pesto Sos İçin Malzemeler

- bir avuç dolmalık fıstık ( 30 gr )
- 1 diş sarımsak
- 3 avuç taze fesleğen ( yaprakları koparılmış )
- 40 gr parmesan peyniri ( rendelenmiş )
- 1/2 çay bardağı zeytinyağı
- deniz tuzu
- taze çekilmiş karabiber

Yapılışı
  1. Dolmalık fıstığı tavaya alın.Kısık ateşte 2 dk kadar kavurun.Renk değiştirmelerine izin vermeyin.
  2. Sarımsak ve fesleğen yapraklarını bir tutam tuz ile havanda dövün ya da robotta çekin.Ezilmiş olan karışımı bir kaseye alın.
  3. Dolmalık fıstığı da dövüp fesleğene ekleyin.
  4. Parmesan peyniri ve zeytinyağını yavaş yavaş ekleyerek akışkan bir sos elde edin.Son olarak tuz ve karabiberi ekleyip karıştırın.
Şimdi sıra sos ve makarnayı buluşturmaya geldiiii .Bunun için öncelikle makarnayı haşlamak gerekiyor.Büyükçe bir tencereye 4-5 lt kadar su koyup kaynamaya bırakın.1 yemek kaşı kadar tuz ekleyin.


Su kaynadığında makarnaları içine gönderin ve 8-10 dk kadar pişirin.Süre sonunda makarnayı süzün.Hiç su kalmasın diye uğraşmanıza gerek yok.Çünkü azıcık suyu kalırsa çok daha güzel oluyor.
Hazırlamış olduğunuz pesto sosu makarnayla buluşturun ve nazikçe karıştırın.


Dilerseniz servis sırasında biraz parmesan rendeleyebilirsiniz.Bu ölçülerle 4 porsiyon makarna çıkıyor.Ama biz her seferinde 2 kişi tamamını tüketiyoruz:) 

Hadiiiii siz hala oturuyor musunuz ? Kapın oklavayı , unu, yumurtayı açıverin şu makarnayı:) Bakmayın öyle uzun uzun anlattığıma çooook basit , çabucak yaparsınız.Sonrasında ise paylaşmak bile istemezsiniz ona göre.

Pesto sos tarifini daha öncede vermişim aslında:) işte unutkanlık .Bir de ona bakmak isterseniz tık tık

Mutlu hafta sonları:))) gezin, dolaşın, yemek yapın, baharın tadını çıkarın.Ama makarnayı yapmayı da ihmal etmeyin.
Yazar H.GÜLHAN ÖZ ÖZER
caferengigul.blogspot.com

24 Mart 2016 Perşembe

MUZLU PUDİNG ( MAGNOLİA PUDİNG )


" Tatlı yiyelim, tatlı konuşalım" diye bir sözümüz vardı bizim.Oysa ne güzel bir dilek, ne güzel bir niyeti barındırıyor özünde.Öyle günler yaşıyoruz ki tatlı yesek burnumuzdan geliyor her aldığımız haber karşısında.Tatlı konuşacak da pek birşey kalmıyor yaşananlardan:( Koca bir öfke var içimde her geçen gün büyüyen, büyüyen, büyüyen...

Minicik çocuk bedenlere dokunan eller , bunu araştırmayı red eden vekil bozuntuları ve "bir kereden birşey olmaz" diyen Aile ve sosyal politikalar bakanı var bu ülkede.Dayanamıyorum artık tüm bu olup bitenlere , aklım almıyor. Hergün yeni öfkeler büyütüyorum içimde ...Bu zavallılarda vicdan, ahlak, insanlık, beyin yok .Kesinlikle beyin yok.Kafalarında mekanik birşey var ve komut veriyor onlara.Bunun başka türlü açıklaması olamaz.

İnanmak istiyorum Nazım Hikmet'e :

"İnanın:
            güzel günler göreceğiz çocuklar
            güneşli günler
                                  gö-re- ce-ğiz "
İnanmak ve haykırmak.


Biliyorum umudunu kaybedince biter insan ve biliyorum inanmak zorundayım güzel günlerin geleceğine .Dik durmak, örnek olmak , yaşamak zorundayım, yaşamak zorundayız.Fotoğrafta ki siklamen gibi dik durmalıyız; onlara inat.

Ne yesek yerine gelmiyecek ağzımızın tadı bu aralar.Biliyorum hep bir acılık, kekremsi bir his olacak damaklarınmızda her lokmaya baskın gelen.Ne zaman ki çocukların bedenlerine değen kirli eller meydanlarda sallandırılır o zaman ağzımızın tadı gelecek yerine ve işte o gün düğün bayram olacak annelere, babalara, çocuklara.Dilerim bu yazdığım son nefret dolu yazı olur ve dilerim "tatlı yiyelim, tatlı konuşalım" sözü yerini bulur her zaman.


Tatlımız 2014 'de tüm bloglarda yapılmış, anlatılmış, yazılmış olan manolya pudingin ta kendisi.Ben ilk defa yaptım.Ama o yıllarda sevgili arkadaşımın elinden yemişliğim ve tadının damağımda kalmışlığı var.O nasıl yapmıştı bilmiyorum ama çok güzeldi.Okuduğum birçok tariften sonra bu da benim cafe Rengigül 'ün ya da Gülhan'ın yorumu:)


Malzemeler
- 1 lt süt
- 1 su bardağı toz şeker
- 2 yumurtanın sarısı
- 1,5 yemek kaşığı nişasta
- 3 yemek kaşığı un
- 250 ml süt kreması
- 4 adet muz
- 1 küçük paket cici bebe bisküvisi ya da kedi dili bisküvisi
- 1 adet vanilya çubuğu


Yapılışı
  1. Sütü, yumurta sarılarını, şekeri, nişasta ve unu derin bir tencereye alıp topak kalmayana kadar çırpın.
  2. Vanilya çubuğunu sıyırıp sütün içine ekleyin.
  3. Tencereyi ocağa alıp orta ateşte karıştırarak pişirin.Kaynadıktan sonra 10 dk pişirip ocaktan alın.
  4. Puding ılıyınca kremayı ekleyip çırpın.
  5. Bisküvileri ufalayın.Fotoğrafta gördüğünüz gibi ne un haline gelmiş olsun, ne de iri iri parçalar halinde olsun.Orta karar iyidir.
  6. Muzları dilimleyin.
  7. Pudingi servis yapacağınız kapların en altına 1 tatlı kaşığı ufalanmış bisküvi koyun.Üstüne iki parmak kadar puding ekleyin ve dilimlenmiş muzlardan yerleştirip tekrar 2 parmak kalınlığında puding dökün.Kabınız dolana kadar ardalanmalı olarak bu işlemi yapın.
  8. Servis yapmadan önce pudingin en üstüne 1 tatlı kaşığı ufalanmış bisküvi ekleyin.Bu ölçüyle fotoğrafta gördüğünüz paşabahçenin "camda bi lokma" bardaklarından 8 adet muzlu puding (manolya puding) çıktı.
  9. Hazırladığınız tatlıları 1 gece buzdolabında beklettikten sonra servis yapın.Afiyet olsun.
Güzel haberlerle süslenecek bir hafta sonu olması dileğiyle.

NOT:Tarifin küçük bir videosu instagram adresimde yayında, ilginizi çekebilir. İnstagram adresim gülhan  @caferengigul :)  Blogda " hakkımda" bölümünün altındaki instagram logosunu tıklayarak da hesabıma ulaşabilirsiniz.
caferengigul.blogspot.com

17 Mart 2016 Perşembe

KİREMİTTE KÖFTE , KÖTÜ GÜNLER


Ne kadar da güzel birgündü aslında geçtiğimiz pazar günü.Erkenden kalmış güzel bir kahvaltı yapmıştık.Sonra hep beraber bahçeye çıktık.Bahar demek bahçe işleri demek çünkü.Fırının önündeki toprak alan temizlendi , defne ağacının yeri değiştirildi, pazardan aldığımız ve dağdan kazdığımız şebboylar , çiçekçiden aldığımız karanfillerin kesilen dalları, evde bekleyen çiçek soğanları toprakla buluştu.Burdan yazarken az iş gibi görünebilir ama saat 12 ' de çıktığımız bahçeye 19 da bu kadar yeter diyerek veda ettik.


Toprak bize büyük bir huzur veriyor, en çokda Şero'ya :) Toprağın kokusu, yumuşacık dokusu, taşlar...toprağın kucağına emanet ettiğimiz küçüçük bir tohumun yıl boyu bizi doyuracak kadar ürün vermesi, dalından koparıp öylece yıkamadan bir meyveyi yiyebilmek beni çok mutlu ediyor.Bunlar çok ama çok basit şeyler hepimizin yapabileceği.Sanırım bu basit şeyler kentleşme ile kocaman bir lüks haline geliyor :(


Bahçe işleri yorucu işler.O gün bizde çok yorulduk ve çok acıktık.Eşim fırını yakmıştı , ekşi mayalı ekmekleri pişirecektik.Ama açlık bize önce yemek yaptırdı.Daha önceden hazırlayıp dondurucuya attığım köfteler çıkarıldı.Sevgili kuzenlerimizin hediyesi mikropdalgada çözdürüldü ki bu benim sevgili mikropdalga ile ilk çalışmam oldu.Kabul ediyorum böyle ani gelişen durumlar için büyük kolaylık kendileriyle çalışmak.Toprak tepsinin tabanı 2 adet yarım ay doğranmış soğanla kaplandı.2 adet patates soyulup kabaca doğaranarak tepside yerlerini aldı.Sonra köfteler , biberler ve yazdan doğranıp dondurucuya atılmış domatesler sırasıyla yerlerini aldılar toprak tepsinin içinde.Tuz, karabiber, tatlı ve acı kırmızı biberide ekleyip son noktayı sızma zeytinyağıyla koyduk.


Sonrası: sür fırına, kapat kapağı.Ekmeklerden birini de gönderdik fırınımıza ve beklemeye başladık bahçe işlerine devam ederek.


Hiç saate bakmak gelmemiş aklıma şu kadar sürede pişti desem yalan olur.Ama fırından öyle bir koku yükseldi ki...İşte o zaman anladık kiremitte köftemiz tamamdır.Ekmek belki bir 10 dk daha kaldı ve mutlu son.


Nasıl? Harika görünüyorlar değil mi? Ah birde kokusunu alabilseniz.Tadına gelince...işte olay orda bitiyor , yok böyle bir lezzet.Aynı köfte, aynı aşamalar ama kesinlikle bambaşka bir lezzet katıyor odun fırını.Bu köfteyse öncekiler neydi acaba demeden geçemiyor insan.



Bir tabak mutluluk, bir parça yaşam.İnsan bir yemekle , böyle geçen birgünle bu kadar mutlu olur mu? Sizi bilmem ama ben o gün her bir lokmamda mutluluktan uçuyor ve şükrediyordum yaşamım için, hayat arkadaşım için, ailem için, cennetim için, Şerom için, sahip olduğum tüm güzellikler ve güzel insanlar için.

Ama işte işler bitip, eve girince ve o haberi alınca...Herşey dondu o anda, binlerce cam kırığı gelip saplandı kalbimin orta yerine.Ertesi gün, daha ertesi gün, daha da ertesi gün acı büyüdü, büyüdü, büyüdü...En çok da öfkem büyüdü.Nasıl oluyorda bu kadar elim olaylar yaşanırken devletin başındakiler yerlerinde duruyorlar.Ankara'nın göbeğinden bahsediyoruz, ülkemin başkentinden , ülkemin kalbinden...bu nasıl bir güvenlik açığı ki elini kolunu sallaya sallaya bombayı patlatıveriyorlar kentin ortasında.İnsanlar, evlerine giden suçsuz insanlar, günlük rutinini yaşayan insanlar, sınavdan çıkmış gençler, dedeler, babalar, anneler...ve daha niceleri. Gün geçmiyor ki kötü bir haber almayalım.

Neresinden tutsam elimde kalıyor geleceğimiz.Din öğretmek adına kurulan vakıflar, evler...sanıyor musunuz ki hepsi gerçekten masum.İşte biri haber oldu 45 çocuğa tecavüz...Bu nedir, söz yetmiyor bunu anlatmaya.Bunu yapan, yapanlar, göz yumanlar, örtbas edenler insan olamaz.Korkunç, herşey korkunç.Yıllar önce ilkokuldayken bir sınıf arkadaşımız vardı ismi Yahya.İlkokul arkadaşlarımın çoğunu unuttum ama Yahya hiç aklımdan çıkmıyor.Çünkü Yahya "din adına yapılan yanlışlar" demek benim için.Ufacık bir çocuktu Yahya, bir yurtta kalıyordu.Daha ilkokul 2-3. sınıfta babası onu bu din yurtlarından birine vermişti.Korkardı Yahya , ürkerdi öğretmen yanından geçerken ya da birinin ani hareketinden ama en çokta din öğretmeninden korkardı Yahya.Pek kimseyle konuşmazdı, yüzü hep kırmızıyla mor arası bir renkte olurdu.Neden öyleydi rengi hep merak eder ama sormaya cesaret edemezdim.Birgün din kültürü öğretmeni namaz kılmayı göstermesi için onu kaldırdı.Yahya donakaldı, öğretmen sinirden çılgına döndü.Yahya'yı öğretmen masasının üzerine çıkardı "biliyorsun göster" diye haykırdı.Yahya titremeye ve ağlamaya başladı.Ama hiç sesi çıkmadan.Öğretmen olacak o rezil adam vurdu Yahya'ya.Yahya minicik bir çocuk , çok kırımızı-mor yanakları , mor kulakları, sessiz hıçkırıkları olan minicik bir çocuk.Ders bitti herkes dışarı çıktı Yahya sırasında oturdu kaldı.Korka korka gittim yanına, ne dedim , söze kim başladı bilmiyorum, hatırlayamıyorum.Yurtta çok dövmüşler onu, ondan kırmızı-mormuş yanakları, ondan mormuş kulakları, ondan korkuyormuş ani hareketlerden, birinin elini kolunu kaldırmasından.Babasına söylemiş anlatamamış...Yahya küçük küçücük bir çocuktu , dinden nefret ediyordu ve büyüklerden.Ertesi günü okula gelmedi Yahya, daha sonraki günde gelmedi, daha sonraki günde.Ölmüş dedi öğretmeler, ölmüş.Yahya küçücük bir çocuktu, ürkek ve dinden nefret eden bir küçük çocuk.O gün bugündür Yahya aklımın bir köşesinden o bana bakar durur.Onun gözleri değince yüreğime kocaman bir öfke kaplar beni; tüm din simsarlarını alıp yakasım gelir diri diri, kentlerin meydanlarında. Şimdi o "bildiğimiz" 45 çocuk sizinde yüreğinizi yakmıyor mu? Çocuk gözleriyle, çocuk kalpleriyle sizin de içinize batmıyor mu?Ben çok kötüyüm bu aralar, çok üzgün ve çok öfkeli.Ülkem, yaşadığım topraklar, bu toprakları birlikte paylaştığım insanlar ve bu iğrenç mahluklar. Biz ne zaman kaybettik güzellikleri, umudu, çocuk kalbinin dokunulmazlıklarını...Biz ne zamandan beridir sessiz kaldık, neden sustuk. Nasıl bu hale geldi bu ülke, nefret ediyorum sizlerden dini ve siyaseti kirli emellerine alet edenlerden, kendi hırsında bir ülkeyi boğanlardan, nefret ediyorum.
caferengigul.blogspot.com

9 Mart 2016 Çarşamba

ETLİ NOHUT

Bakır tutkumu artık sizlerde öğrendiniz sanırım.Aslında benim eskiye büyük bir tutkum ve özlemim var.Ben dünyaya daha erken gelmeliymişim , biraz geç kalmışım.Bu durum sadece antika ya da eski eşyaya olan merakımdan kaynaklanmıyor.Geçmiş zamanların insan ilişkileri, komşuluk ritüelleri, temiz gıdaya ulaşma kolaylığı ve henüz paylaşmayı bilen insanoğlu asıl özlemini duyduğum şeyler sanırım.O yüzden topluyorum ben fırsat buldukça eski eşyaları, huyumu bilenler atmayı düşündükleri birşey olunca önce bana uğruyorlar ya da değer veriyorum diye aile yadigarları benim evimde kendilerine bir yer buluyorlar. Üstteki fotoğrafta görmüş olduğunuz kumaş el dokuması ipek olup büyük büyük anneannemiz tarafından dokunmuştur vakti zamanında.Bakır pilav sahanı ise mahalleden bir komşuma ait.Yeni aldığı evine taşınma sırasında eski olan pilav sahanlarını atarken valide sultan tarafından yakalanmış ve benim olmuştur bu güzeller güzeli sahanlar.Tencere ise Kavaklıdere gezim sırasında aldığım Osmanlı dönemine ait güveç tencerelerinin uyarlamasıdır.Hepsi benim için çok değerlidir.En kısa zamanda bir Kavaklıdere ziyareti ayarlayıp pilav sahanlarımı ve taş fırınımda kullanacağım aile yadigarı bakır tepsilerimi kalaylatmalıyım.Aaa bir de bakır kazanlarımı unutmamalıyım değil mi:)

Etli nohut yemeği basit ama çok eskilere dayanan geleneksel yemeklerimizden.Aslında herkes yapıyor ve tarifini biliyordur.Ben bu kadar özenerek pişirince , onlarda keyifle poz verince tarifi not etmeden geçmek istemedim.Şunu da söylemeden geçemeyeceğim; evet çok lezzetli oldu ama düğünlerde yapılan etli nohutlar gibi olmadı yinede.Ne yapıyorlar bilmiyorum ama o koca koca kazanlarda pişen etli ya da tavuklu nohut yemekleri bambaşka bir güzelliğe sahip oluyor.Evet yağı epey bol oluyor ama lezzeti çok ama çok güzel oluyor.Yakın zamanda yapılacak ilk düğün yemeğinde aşcının başından ayrılmayacağım kesinleştiğine göre benim ev usulü yani Gülhan usulü tarifime geçebiliriz.


Malzemeler
- 3 su bardağı nohut
- 1/2 kg kuşbaşı et
- 1 adet soğan
- 1 yemek kaşığı domates salçası
- 1 tatlı kaşığı kırmızı toz biber
- 1 çay kaşığı acı pul biber
- 1/2 çay kaşığı kimyon
- tuz, karabiber
- 3 yemek kaşığı zeytinyağı
- fındık büyüklüğünde tereyağı
-su

Yapılışı

  1. Nohutları sabahtan sıcak su dolu bir kaba alın ve üstü kapalı olarak akşama kadar bekletin.Dilerseniz 1 gece önceden de ıslatabilirsiniz.
  2. Suyunu süzdüğünüz nohutları düdüklü tencereye alıp 30 dk haşlayın.
  3. Ayrı bir tencerede yemeklik olarak doğradığınız soğanları renkleri koyulaşana kadar kavurun.
  4. Kavrulmuş olan soğanlara etleri ilave edin ve kısık ateşte sularını salıp tekrar çekene kadar kapağı kapalı olarak kavurun.
  5. Salçayı ve baharatları ekleyip 5 dk kavurduktan sonra nohutları ilave edin.Ben nohutları haşladığım suyu ekledikten sonra nohutlar iyice yumuşayana kadar yaklaşık 20 dk kısık ateşte pişirmeye devam ediyorum.
  6. Yemeği ocaktan almadan 5 dk önce tereyağını ekleyip karıştırın.



Bunlarda sevgili eşimin bana aldığı Hüsnü Yusuf çiçekleri.Ne kadar kibar ve kırılgan bir güzellikleri var değil mi? Yusuf yüzünün güzelliğiyle nam salan bir insanmış.Sadece yüzü değil , huyu da güzelmiş Yusuf'un ve oldukça başarılıymış kendisi.Hal böyle olunca başına türlü kötü işler gelen Yusuf 'un yolu köle pazarına kadar düşmüş.Yusuf yüzüne aşık olan sahibinin aşkına karşılık vermemiş  ve "öldüğümde ilk çürüyecek olan yüzümdür" demiş.Sahibesi aşkına karşılık bulamayınca ona iftira edip hapse atılmasına sebep olmuş.Yusuf' un hikayesi daha devam ediyor ama ölüpte yüzü çürüdüğünde topraktan bir çiçek çıkmış ve bu çiçeğe Hüsnü Yusuf çiçeği denmiş.Yani Yusuf'un yüzü demişler bu güzeller güzeli, mis kokulu kır karanfillerine.Ne diyelim ? Gökten 3 elma düşmüş....:)

Eskiye özlemin azalacağı, her yerin Hüsnü Yusuf çiçekleriyle dolacağı günler dileyelim .

Yazar H.GÜLHAN ÖZ ÖZER
 caferengigul.blogspot.com

2 Mart 2016 Çarşamba

BİR FIRIN HİKAYESİ


Şu sıralar havada bahar kokusu ve bahar sesleri var, her ne kadar arada gökyüzü kapansada.Kuşlar cıvıl cıvıl , ağaçlar çiçek açtı ve ben ilk çağlayı yedim bile.Üstelik uzun zamandır hayallerimi süsleyen bahçe mutfağıma da kavuştum.Bizim evde kızartmalar asla evde yapılmaz , deniz ürünleri evde pişirilmez.Çünkü kokusu çıkmıyor. Bahçede küçük bir ocağımız var tüm bu işler onda yapılır.Üstelik biz odun ateşinde pişen yemekleri de çok severiz .Bahçede küçük bir ateş yakıp güveci közün üstüne yerleştirdiğimiz çok olmuştur.Ne diyeyim bilen bilir ; ateşte pişen yemeğin kokusu, tadı bambaşkadır.Adeta uçurur insanı.Hayal ettik ve gerçekleştirdik bahçede bir ocak, bir fırın ve bir tezgah.Tezgahın altınada dolap; güveçleri, kazanları , tencereleri koymak için.İşte o yüzden bu yazının adı bir fırın hikayesi.Çünkü bu benim için büyük mutluluk, resmen ayaklarım günlerdir yere basmıyor.Bazı arkadaşlarım burun kıvırsada, bu benim hayalimdi ve gerçek oldu.Teknoloji bu kadar ilerlemişken gereksiz bulanlar olabiliyor ya da delimisin sen ne uğraşacaksın diyenler ya da bunun için mi okuyup mühendis oldun diyenler...Nasıl benim hayallerim onlara uzak kalıyorsa, onların fikirleri de bana uzak kalıyor.Renkler ve zevkler meselesi.Ne diyelim ben çocukluğumda oluşan damak tadımın peşinden koşuyorum birazcık.Birazcık eskiye özlem duyuyorum.Birazcık geçmişe ait tatlar , tarifler unutulmasın istiyorum.Tamam çelik, seramik, teflon ürünler hayatı inanılmaz kolaylaştırıyor ama bir toprak kabın ya da bakırın verdiği lezzeti veremiyor.


Fırın yapımının başladığı ilk günler.Ustam bu işin uzmanı ama öyle herkese fırın yapmıyor:) Sağolsun bizi kırmadı.


Yaklaşık bir haftada fırın inşaatımız bu hale geldi.Fırında ilk ateş yakıldı ve hemen Bodrum'un yöresel lezzeti olan çaykama fırına verildi.Çünkü ustam öyle istedi.İlk ateşte çaykama pişirilmezse fırın güzel olmazmış:)Ben patatesde gömüverdim köze.


Yardımcım Nikay abla sacı kapak olarak uydurdu bile.Fırının dilini yavaş yavaş öğreneceğim; o bana, ben ona alışacağız.


Fırının ilk defa yakılmasının ardından 3-5 gün arka arkaya yakılması gerekirmiş ki alışsın.Bu işlemi atlarsak güzel pişirmezmiş.Böylece bizim için 4 gece iş dönüşü fırın yakma maceraları başlamış oldu.Ben dayanamayıp o kadar yaktık bir ekmek, birkaç patates pişirsek birşey  olmaz diyerekten pek boş geçmedim bu güzel kırmızılıkları.Ne heyecan, ne heyecan ...bir o kadar da merak:)


Nasıl? Deneme 1-2


Fırında pişen ekşi mayalı , organik unlu ekmeklerimin görüntüsü.Ah birde kokusunu alabilseniz...


Burada biraz zorlandık.Bir gün önce yağan yağmur kapağı henüz olmayan fırının içine girmiş.Zaten daha yeni olan fırından yakınca beton kokusu çıkıyordu:)Ekmekler birazcık zorda olsa pişti.Hele cibattalar ; üfff


Şöyle göstereyim efendim:)))


Bahçe mutfağımın an itibarıyla fotosu budur.


Daha tezgah altı kapakları yapılacak, karşısında kalan toprak zemin temizlenip masa yapılacak, üstüne asma çardağı yapılacak...Sonrası bahar, sonrası bir masa etrafında toplanmış güzel insanlar, sonrası sohbet, muhabbet, bol kahkaha.


Odunlarım , fırıncı küreğim geldiler.Şimdi biraz çalı çırpı toplamak lazım galiba.


Baklalarım çiçekte.Bahçeyi temizlemek , ağaçları budamak ve sebze tohumlarını toprağa gömme zamanıdır şimdi.Toprağın kokusunu içinde hissetmek ve sistemin kirliliğinden arınma zamanıdır şimdi.Şu dünyada kendi ürettiğini tüketmek kadar güzel birşey daha yoktur sanırım.


Ben bir sukulent ve kaktüs delisiyim.Bunlar 100'e yakın saksımdan sadece birkaç tanesi.Onlarında keyfine diyecek yok şu sıra.Nisanda çiçek açmaya ve balkonumu şenlendirmeye başlarlar.


Yazının başındaki fotoğraf bahçe mutfağımın olduğu yerden gözümün gördüğü güzellikti.Bu fotoğrafsa balkonumdan gözümün gördüğü.Kısaca cennetimden bakarken gördüklerim sizinle paylaştıklarım.


Doğayla içiçe olacağınız bir hafta dileğiyle.

Yazar caferengigul.blogspot.com