Ne kadar da güzel birgündü aslında geçtiğimiz pazar günü.Erkenden kalmış güzel bir kahvaltı yapmıştık.Sonra hep beraber bahçeye çıktık.Bahar demek bahçe işleri demek çünkü.Fırının önündeki toprak alan temizlendi , defne ağacının yeri değiştirildi, pazardan aldığımız ve dağdan kazdığımız şebboylar , çiçekçiden aldığımız karanfillerin kesilen dalları, evde bekleyen çiçek soğanları toprakla buluştu.Burdan yazarken az iş gibi görünebilir ama saat 12 ' de çıktığımız bahçeye 19 da bu kadar yeter diyerek veda ettik.
Toprak bize büyük bir huzur veriyor, en çokda Şero'ya :) Toprağın kokusu, yumuşacık dokusu, taşlar...toprağın kucağına emanet ettiğimiz küçüçük bir tohumun yıl boyu bizi doyuracak kadar ürün vermesi, dalından koparıp öylece yıkamadan bir meyveyi yiyebilmek beni çok mutlu ediyor.Bunlar çok ama çok basit şeyler hepimizin yapabileceği.Sanırım bu basit şeyler kentleşme ile kocaman bir lüks haline geliyor :(
Bahçe işleri yorucu işler.O gün bizde çok yorulduk ve çok acıktık.Eşim fırını yakmıştı , ekşi mayalı ekmekleri pişirecektik.Ama açlık bize önce yemek yaptırdı.Daha önceden hazırlayıp dondurucuya attığım köfteler çıkarıldı.Sevgili kuzenlerimizin hediyesi mikropdalgada çözdürüldü ki bu benim sevgili mikropdalga ile ilk çalışmam oldu.Kabul ediyorum böyle ani gelişen durumlar için büyük kolaylık kendileriyle çalışmak.Toprak tepsinin tabanı 2 adet yarım ay doğranmış soğanla kaplandı.2 adet patates soyulup kabaca doğaranarak tepside yerlerini aldı.Sonra köfteler , biberler ve yazdan doğranıp dondurucuya atılmış domatesler sırasıyla yerlerini aldılar toprak tepsinin içinde.Tuz, karabiber, tatlı ve acı kırmızı biberide ekleyip son noktayı sızma zeytinyağıyla koyduk.
Sonrası: sür fırına, kapat kapağı.Ekmeklerden birini de gönderdik fırınımıza ve beklemeye başladık bahçe işlerine devam ederek.
Hiç saate bakmak gelmemiş aklıma şu kadar sürede pişti desem yalan olur.Ama fırından öyle bir koku yükseldi ki...İşte o zaman anladık kiremitte köftemiz tamamdır.Ekmek belki bir 10 dk daha kaldı ve mutlu son.
Nasıl? Harika görünüyorlar değil mi? Ah birde kokusunu alabilseniz.Tadına gelince...işte olay orda bitiyor , yok böyle bir lezzet.Aynı köfte, aynı aşamalar ama kesinlikle bambaşka bir lezzet katıyor odun fırını.Bu köfteyse öncekiler neydi acaba demeden geçemiyor insan.
Bir tabak mutluluk, bir parça yaşam.İnsan bir yemekle , böyle geçen birgünle bu kadar mutlu olur mu? Sizi bilmem ama ben o gün her bir lokmamda mutluluktan uçuyor ve şükrediyordum yaşamım için, hayat arkadaşım için, ailem için, cennetim için, Şerom için, sahip olduğum tüm güzellikler ve güzel insanlar için.
Ama işte işler bitip, eve girince ve o haberi alınca...Herşey dondu o anda, binlerce cam kırığı gelip saplandı kalbimin orta yerine.Ertesi gün, daha ertesi gün, daha da ertesi gün acı büyüdü, büyüdü, büyüdü...En çok da öfkem büyüdü.Nasıl oluyorda bu kadar elim olaylar yaşanırken devletin başındakiler yerlerinde duruyorlar.Ankara'nın göbeğinden bahsediyoruz, ülkemin başkentinden , ülkemin kalbinden...bu nasıl bir güvenlik açığı ki elini kolunu sallaya sallaya bombayı patlatıveriyorlar kentin ortasında.İnsanlar, evlerine giden suçsuz insanlar, günlük rutinini yaşayan insanlar, sınavdan çıkmış gençler, dedeler, babalar, anneler...ve daha niceleri. Gün geçmiyor ki kötü bir haber almayalım.
Neresinden tutsam elimde kalıyor geleceğimiz.Din öğretmek adına kurulan vakıflar, evler...sanıyor musunuz ki hepsi gerçekten masum.İşte biri haber oldu 45 çocuğa tecavüz...Bu nedir, söz yetmiyor bunu anlatmaya.Bunu yapan, yapanlar, göz yumanlar, örtbas edenler insan olamaz.Korkunç, herşey korkunç.Yıllar önce ilkokuldayken bir sınıf arkadaşımız vardı ismi Yahya.İlkokul arkadaşlarımın çoğunu unuttum ama Yahya hiç aklımdan çıkmıyor.Çünkü Yahya "din adına yapılan yanlışlar" demek benim için.Ufacık bir çocuktu Yahya, bir yurtta kalıyordu.Daha ilkokul 2-3. sınıfta babası onu bu din yurtlarından birine vermişti.Korkardı Yahya , ürkerdi öğretmen yanından geçerken ya da birinin ani hareketinden ama en çokta din öğretmeninden korkardı Yahya.Pek kimseyle konuşmazdı, yüzü hep kırmızıyla mor arası bir renkte olurdu.Neden öyleydi rengi hep merak eder ama sormaya cesaret edemezdim.Birgün din kültürü öğretmeni namaz kılmayı göstermesi için onu kaldırdı.Yahya donakaldı, öğretmen sinirden çılgına döndü.Yahya'yı öğretmen masasının üzerine çıkardı "biliyorsun göster" diye haykırdı.Yahya titremeye ve ağlamaya başladı.Ama hiç sesi çıkmadan.Öğretmen olacak o rezil adam vurdu Yahya'ya.Yahya minicik bir çocuk , çok kırımızı-mor yanakları , mor kulakları, sessiz hıçkırıkları olan minicik bir çocuk.Ders bitti herkes dışarı çıktı Yahya sırasında oturdu kaldı.Korka korka gittim yanına, ne dedim , söze kim başladı bilmiyorum, hatırlayamıyorum.Yurtta çok dövmüşler onu, ondan kırmızı-mormuş yanakları, ondan mormuş kulakları, ondan korkuyormuş ani hareketlerden, birinin elini kolunu kaldırmasından.Babasına söylemiş anlatamamış...Yahya küçük küçücük bir çocuktu , dinden nefret ediyordu ve büyüklerden.Ertesi günü okula gelmedi Yahya, daha sonraki günde gelmedi, daha sonraki günde.Ölmüş dedi öğretmeler, ölmüş.Yahya küçücük bir çocuktu, ürkek ve dinden nefret eden bir küçük çocuk.O gün bugündür Yahya aklımın bir köşesinden o bana bakar durur.Onun gözleri değince yüreğime kocaman bir öfke kaplar beni; tüm din simsarlarını alıp yakasım gelir diri diri, kentlerin meydanlarında. Şimdi o "bildiğimiz" 45 çocuk sizinde yüreğinizi yakmıyor mu? Çocuk gözleriyle, çocuk kalpleriyle sizin de içinize batmıyor mu?Ben çok kötüyüm bu aralar, çok üzgün ve çok öfkeli.Ülkem, yaşadığım topraklar, bu toprakları birlikte paylaştığım insanlar ve bu iğrenç mahluklar. Biz ne zaman kaybettik güzellikleri, umudu, çocuk kalbinin dokunulmazlıklarını...Biz ne zamandan beridir sessiz kaldık, neden sustuk. Nasıl bu hale geldi bu ülke, nefret ediyorum sizlerden dini ve siyaseti kirli emellerine alet edenlerden, kendi hırsında bir ülkeyi boğanlardan, nefret ediyorum.
caferengigul.blogspot.com
Size bu yazınızı görür görmez verdiğim tepkinin aynısını yazmak istiyorum.aynen şunu söyledim;
YanıtlaSil"yok canım bu bir şaka:)))), olamaz,müthiş...."
Başka bir şey yazmama gerek yok sanırım.SEVGİLER....
Teşekkürler :)
Silfırınınızı gördükçe, bizde mutlaka yapmalıyız diyorum.. Mis gibi kokular yükseliyor sizin bahçeden.
YanıtlaSilHepimiz için zor günler, dediğiniz gibi kafamızı nereye çevirsek ayrı bir olay, hiçbiride kabul edilebilr değil. Umarım güzel günler bizi bekliyordur. Umutluyum..
Merhaba sevgili Yeşim hanım
Sildamak tadına düşkün olanların bence mutlaka bir odun fırını olmalı ya da odun fırını olan bir yakını:)Umarım güzel günler gelir, yoksa bu kadar kötülük insanı boğuyor.Sevgiler.