29 Mayıs 2015 Cuma

GİRİT KABAĞI DOLMASI


Kabak dolmasını bilmeyen yoktur.Ama bu yuvarlak, minik top gibi sevimli mi sevimli Girit kabaklarını belki hala bilmeyenler vardır.Bu kabağın etli dolması pek güzel oluyor.Hele bir de yanına sarımsaklı yoğurt hazırlarsanız ...


Evet efendim kabakların işlem görmemiş hali yukarıdaki fotoğrafta mevcut.Çok şirinler değil mi?

Malzemeler
- 10 adet girit kabağı
- 200 gr yağsız kıyma
- 10 yemek kaşığı pirinç
- 1 adet soğan
- 3 diş taze sarımsak
- 1 yemek kaşığı salça ( mevsiminde domates de kullanabilirsiniz )
- 1 tatlı kaşığı toz kırmızı biber
- 1/2 demet maydanoz
- 1/2 demet dereotu
- 2 dal taze nane
- karabiber, tuz 
- çay kaşığının ucuyla kimyon
- 1 çay kaşığıacı pul biber (isteğe bağlı)  
- 4 yemek kaşığı zeytinyağı 


Yapılışı

  1. Kabakların içini kaşık yardımıyla oyun.Kabakların dışında çizgiler oluşturacak şekilde sıyırın.Bunu yapmayabilirsiniz tercih sizin.Ben görüntüsünü böyle daha çok beğeniyorum.
  2. Tüm iç malzemeyi derince bir kasenin içinde çiğden karıştırın.
  3. Kabakların içine iç harcını koyun ve kapağını kapatın.
  4. Tüm kabakları bu şekilde hazırladıktan sonra üzerlerine az zeytinyağı gezdirin.Kabakların 2/3 'ünü geçmeyecek kadar su ilave edin.Dilerseniz bu aşamada 1 adet rendelenmiş domatesi de tencereye ekleyebilirsiniz .Domates eklerseniz suyu o oranda azaltmalısınız.
  5. Kısık ateşte kabaklar yumuşayana kadar pişirin.Ilık servis edin.Yanına bol sarımsaklı yoğurt hazırlamayı ihmal etmeyin.Afiyet olsun.
NOT: Kabakları oyduğunuzda içinden çıkan kısmı isterseniz mücver olarak hazırlayabilirsiniz.Eğer kızartma sevmem ya da formuma dikkat ediyorum diyorsanız mücver gibi hazırlayın ve bir fırın tepsisine yayarak 180 derecede kızarana kadar pişirin.Pek güzel oluyor.Aman ziyan etmeyin.

Yazar caferengigul.blogspot.com

25 Mayıs 2015 Pazartesi

KAKAOLU KOLAY KURABİYE


Bu aralar ben hep özlüyorum.Neyi mi özlüyorum?Babannemi özlüyorum mesela...Onun o masmavi gözlerini, kınalı iki örgülü saçlarını özlüyorum.Bizim için yaptığı katmerleri, börekleri özlüyorum mesela...Kim yaparsa yapsın onun yaptıkları gibi olmuyor tadı.
Okul çıkışı annemle yaptığımız bahçe keyiflerini özlüyorum...Babamla girdiğimiz harareti bol siyasi tartışmalarımızı özlüyorum mesela...Çekirdek aile pazar kahvaltılarımızı özlüyorum.
Dershane çıkışı Uğur Mumcu Parkında can dostumla yediğimiz maydanozlu tostları...ama en çok da o bitmek bilmez sohbetlerimizi özlüyorum.
Üniversite yıllarını...deli gibi ders çalışmayı, çok değerli Ali hocamla arazilerde koşturmayı, ders çıkışı elinde kocaman güllerle kapıda beliren Adem'i, yürümeyi ama deli gibi yürümeyi özlüyorum.
Deli kedim Karya'yı, kıskanç ama asil kedim Sinan'ı özlüyorum.
İlk rakıyı birlikte içtiğim kuzenimi özlüyorum...
Ben bu aralar bazı anılarımı çok özlüyorum.İçimde derin bir sızıyla birlikte...
Ne güzel yazmış Cemal Süreya "özlemek ölmekten sadece iki harf fazla be çocuk"


Özlüyorum işte bu aralar ben; durup durup eskiyi, anıları, artık bu dünyada bile olmayan sevdiklerimi ve aradaki  km 'ler yüzünden çok seyrek görebildiklerimi.


İşte aklım ve kalbim özlediklerimle boğuşurken ellerim kurabiye hamuru yoğuruyor böyle zamanlarda içine bolca özlemler ekleyerek.Özlemek tıpkı kakao gibi değil midir zaten; buruk acılığına rağmen damakları şenlendiren bir tatlılığı vardır.

Kurabiyeleri daha önce blogda  Kolay Kurabiye olarak paylaşmıştım.Buradakinin asıl tariften farkı ; içine tepeleme 2 yemek kaşığı kakao eklerken, fındık ve üzümü tariften çıkarmış olmam.Yoğun kakaolu kıtır kıtır bir kurabiye yemek isterseniz bir deneyin.


Kurabiyeler piştiyse çay da hazırdır herhalde...Kapıda da özledikleriniz belirmişse ne mutlu size.
Mutlu haftalar...

21 Mayıs 2015 Perşembe

ÇİLEK REÇELİ


Yaz demek aslında biraz da mis gibi çilek kokusu demek:) Pazarda çilek kokusu, evde çilek kokusu, bahçede çilek kokusu...hele bir de çilek tarlasına dalmışsanız benim gibi nefes alıp vermekten başınızın döneceği garanti.Çilekleri toplarken nazik olmak gerek ama mutlaka bir sepete bir ağzınıza atacaksınız o mini mini çilekleri kural bu kadar basit:)

İnsan bunca zamandır blog yazar, üstelik deli gibi her bulduğu meyvenin reçelini yapar da neden bunu fotoğraflayıp yazmayı unutur ki?Bu sezonun ilk reçeli çilekle başlamalı yazmaya.Aslında bahar başında bir mandalin reçeli yaptım ki herkes parmaklarını yedi.Ben bile inanamadım güzelliğine. İnstagramda fotoğrafını paylaşmıştım.Unutmadan onuda yazsam hiç fena olmaz değil mi?


Malzemeler

- 1 kg çilek
- 800 - 900 gr şeker
- 1/2 limonun suyu
- güneş ışığı:)

Yapılışı

  1. Çilekleri yıkayıp yeşil yapraklarını koparın.Suyunun iyice süzülmesini sağlayın.
  2. Reçeli kaynatacağınız tencereye bir sıra çilek , bir sıra şeker olacak şekilde tüm malzeme bitene kadar yerleştirin.Kapağı kapalı vaziyette buzdolabında 1 gece bekletin.
  3. Ertesi günü tencereyi ocağa koyun kapağı açık şekilde yüksek ateşte kaynamaya bırakın.5 dk kaynadıktan sonra altını kapatın ve soğumaya bırakın.Kaynama sırasında üstünde oluşan köpükleri alın.
  4. Reçel soğuduğunda tekrar yüksek ateşte kaynamaya bırakın.Kaynadığında yarım limon suyunu sıkıp bir taşım kaynatıp ocağı kapatın.
  5. Cam bir kaseye soğuyan reçeli dökün ve üstünü tülbentle ya da kağıt saç bonesiyle kapatın ve güneşe bırakın.Reçel kıvamını güneşte alacak.Yakalaşık 2-3 gün sonra reçeliniz mükemmel kıvama erişmiş olur.
  6. Sıcak suda kaynattığınız kavanozların içine reçeli aktarın.Kaynattığınız kapaklarla kavanozu kapatın  ve ters çevirin.Bir gece bu şekilde beklettikten sonra reçel kavanozlarını ışık almayan bir yerde uzun süre muhafaza edebilirsiniz.


NOT:Ben reçeli güneşte beklettiğim için şekerini az tutuyorum.Güneş oldukça yoğunlaştırıyor reçeli.Eğer böyle bir şansınız yoksa; şeker miktarını 1250 gr olarak ayarlayın.İkinci kaynatmayı yaparken; reçel kaynama noktasına geldiğinde çilekleri içinden alıp , şurubu kıvamını alana kadar kaynatın.Reçeliniz kıvam alınca çilekleri ve limon suyunu ekleyip bir taşım kaynatın.İşlem bu kadar basit:)

Çilek kokulu bir hafta sonu olsun efendim.
Yazar caferengigul.blogspot.com

18 Mayıs 2015 Pazartesi

LİMONLU - GLAZÜRLÜ KEK


Yeni haftaya güzel bir kekle merhaba diyelim mi?

Malzemeler

- 3 yumurta
- 60 gr tereyağı
- 230 gr toz şeker
- 100 ml krema 
- 2 yemek kaşığı kaynar su
- 1 yemek kaşığı limon suyu
- 3 adet limonun rendelenmiş kabuğu
- 180 gr un
- 1 tatlı kaşığı kabartma tozu
Glazür için:  - 1 kahve fincanı  kaynar su
                      -  100 gr pudra şekeri
                      -  1-2 damla limon suyu


Yapılışı
  1. Yumurta ve toz şekeri mikserin yüksek hızında krema kıvamını alana kadar çırpın.Hafif eritilmiş ama kesinlikle sıcak olmayan tereyağını karışıma ekleyip çırpmaya devam edin.
  2. Sıcak suyu mikser düşük hızda çalışır vaziyetteyken ekleyin ve çırpmaya devam edin.Limon suyu, limon kabuğu rendesi ve kremayı ekleyerek düşük hızda çırpmaya devam edin.
  3. Un ve kabartma tozunu eleyerek yavaş yavaş sıvı karışıma ekleyin.
  4. Yağlanmış ve unlanmış kalıba homojen hale gelmiş kek hamurunu dökün.
  5. Önceden 170 dereceye ısıtılmış fırında 40-50 dk pişirin.Keki fırından alıp soğumaya bırakın.
  6. Bir kabın içine glazür için hazırladığınız kaynar suyu, pudra şekerini ve limon suyunu koyup karıştırın.Kabı sıcak su dolu başka bir kabın içine oturtarak ( benmari usulü ) 2 dk boyunca sürekli karıştırın.
  7. Glazürü kekin üstüne güzelce yayın.Kekiniz hazır, afiyet olsun.

Bu kekin üzerini glazürle kaplamak yerine kremayla da sıvayabilirsiniz.Hatta  pasta gibi  katlandırıp, katları limonlu şekerli suyla ıslatıp arasına limonlu pastacı kreması sürebilirsiniz.Ya da üstünü eritilmiş çikolatayla kaplayabilirsiniz.Bu kek pasta olmaya pek bi müsait:) Benden şimdilik bu kadar efendim.Keki bol bir hafta sizlerle olsun.
Yazar caferengigul.blogspot.com

15 Mayıs 2015 Cuma

KİTAP- AT ÇOCUK


"Bir babanın oğlunu iyileştirme mücadelesi" diyor kitabın kapağında.Evet Rupert Isaacson'un "At Çocuk" kitabından bahsediyorum.Aslında bu gerçek bir hikaye.Bir babanın otizm teşhisi konulan oğlunu iyileştirme çabaları ve bu süreçte yaşadıkları anlatılıyor kitapta babanın dilinden.Duygu yüklü bir kitap.Okudukça hayran kaldığım bir anne ve baba.

"Otizm üç yaşından önce başlayan ve ömür boyu süren, sosyal etkileşime ve iletişime zarar veren, sınırlı ve tekrarlanan davranışlara yol açan beynin gelişimini engelleyen bir rahatsızlık" olarak tanımlanıyor Wikipedi'de.Ve yine belirtiyor Wikipedi "otizmin çaresi yoktur"...Bazen kitaplar, tıp, bilim, mantık çözemez sorunları.Doğa kendi içinde saklar ilacını,  çözümünü ya da ipucunu.

Terapiler, tedaviler ...ve oğlunu çok iyi gözlemleyen bir baba.Rowan'ın (oğul) atlarla arasındaki bağı sezen Rupert ( baba ) oğlunun iyileşme sürecini bu bilinçle şekillendiriyor ve şaman şifacılığından yardım alıyor.Aile atlarla tedavinin mümkün olduğu Moğolistan' da 1 ay süren bir yolculuğa çıkıyor.Bir ayın sonunda geldikleri nokta inanılmaz...Bu kitap mutlaka okunmalı...

Kitapta beni derinden etkileyen bilgi bir kısım bilim insanının bir çeşit otizmin sebebinin gen-çevre etkileşimi olduğunu söylüyor olmasıydı. Yani doğadaki kirlenmenin, bozulmanın geri dönüşümü bizlerde ve çocuklarımızda belki bir otizm, belki bir kanser  olarak kendini gösteriyor.Aslında bizler doğaya kalbimizle bakmayı unutmasaydık belki de bugünkü durumda olmayacaktık.

Bu kitabı okumanızı özellikle tavsiye ediyorum.İlginiz olsun ya da olmasın.Çünkü azmin zaferi, sevginin iyileştirici gücü var bu kitapta.Doğanın şifalı eli ve unutulmaya yüz tutan geleneklerin iyileştirme gücü...

Okuması bol bir hafta sonu olsun hepimiz için.
Yazar caferengigul.blogspot.com

13 Mayıs 2015 Çarşamba

NOHUT SALATASI


Bu aralar havalar tam benlik:)Ben bir yağmur delisiyim.Bodrum bu yıl yağmura doyuyor.Sabah günlük güneşlik bir güne merhaba diyoruz.Ancak öğleden sonra güneş yavaş yavaş  bulutların ardına saklıyor; "bulamazsınız ki beni" dercesine:) Akşam üzeri hoop yağmur başlıyor.Önce gökyüzü fotoğraftaki gibi bir hal alıyor.Yağmur yağıyor , yağıyor, yağıyor, yağıyor...Şero ve ben balkonda manzaranın keyfini çıkarıyoruz.Elimde de karanfilli, tavşan kanı bir fincan çayım..Karanfilli çayım babannemden yadigar.Yağmur diniyor, kuşlar başlıyor şakımaya.Sonra gözümün gördüğü:


Ne denir ki?Benim gördüğümü sizde görün istedim bugün.Sonrası hayaller, kitaplar, nefes almalar...Öyle basit bir nefes değil sözünü ettiğim.Şu yukardaki görüntünün hakkını verecek, o kızıllığı bir nefesle içine çekecek kadar derin bir nefes.Şükür dolu bir nefes, mutluluk dolu bir nefes, huzur dolu bir nefes, kuş cıvıltılı bir nefes, deniz kokulu bir nefes, toprak kokulu bir nefes, miyavlamalı bir nefes ve tüm sevdiklerimi içime alıp sarmalayacak güçte bir nefes.

Daha ne diyeyim.Yağmur sen yağ ...doğa temizlensin, bitkiler canlansın, ... ben mutlu olurum.Bu bana yeter koca dünyada...


Bu yazının ardından pek uygun olmasa da tarifsiz geçmek istemedim.Biraz sonra misafirlerim gelecek.Onlara keçi tandır , zeytinyağlı yaprak sarma, fırında minik patates hazırlıyorum.Tatlı olarak yeni yeni yapmaya başladığım keçi sütünden salepli geleneksel dondurma ikram edeceğim:)Tabiki artık sofralar balkona kuruluyor:)Daha işim çok anlayacağınız.O yüzden tarifim bu kadar kolay:)

Nohut salatası benim favori bakliyat salatamdır.Kolay ama lezzeti bol.Haşlayıp suyunu süzdüğünüz nohutları ( kabuklarını çıkaracak sabrınız varsa çok daha da güzel olacaktır )  servis yapacağınız kaseye alın.Mümkünse taze çekilmiş kimyon, tuz ve pulbiberle tatlandırın.Biraz maydanoz doğrayıp; zeytinyağı ve limon suyu gezdirdiniz mi işlem tamamdır.Bu salatanın can alıcı noktası kimyonudur bilginize.Benden bugünlük bu kadar mutfağa gitmem lazım.Hazırlansın yemekler, gelsin misafirler ve bir masanın etrafında başlasın derin derin sohbetler.
Yazar caferengigul.blogspot.com

8 Mayıs 2015 Cuma

ETLİ KUZU GÖBEĞİ


Ne kadar güzel bir görüntü değil mi?Kuzu göbeğinden bir kesit fotoğrafta görmüş olduğunuz.Kuzu göbeği; mantarların kralı desem hata yapmış olmam sanırım.Mart ve Mayıs ayları arasında ormanlık alanlarda bulunuyor kendileri.Ben henüz doğada ki halini hiç görmedim.Yani kendi ellerimle toplama şansına erişemedim şimdilik.


Görüntüsü ayrı güzel, lezzeti anlatmayla bitmez bu mantarın faydaları da pek çokmuş.Kan yapıcıymış, vücut direncini arttırıyormuş...vs.

Kuzu göbeğiyle neler yapabilirsiniz şöyle bir sıralayalım mı:
- kuzu etli yemeği
- zeytinyağlı kavurması
- yumurtalı kavurması
- dolması
- kızartması. 
Ben henüz kızartmasını denemedim.Ama inanılmaz lezzetli olan bu mantarla bence ne yaparsanız yapın harika olacaktır.Ömrü hayatınızda bir kez olsun tatmalısınız mutlaka.


Gelelim tarifimize :)
Malzemeler


- kuzu göbeği
- 1/2 kg kuzu eti ( sevmiyorsanız dana kullanabilirsiniz )
- 2 adet kuru soğan
- 3-4 adet yeşil biber
- zeytinyağı
- tuz


Yapılışı 
  1. Soğanı yarım halka doğrayın ve zeytinyağı gezdirilmiş tavada rengi dönene kadar kavurun.
  2. Kuşbaşı etleri tavaya yerleştirin.
  3. Üstüne güzelce yıkayıp ortadan 2'ye kestiğiniz kuzu göbeklerini ilave edin.Tuz ve karabiberini de  ekleyip kısık ateşte , kapağı kapalı olacak şekilde pişirin.
  4. Pişmeye 5 dk kala irice doğradığınız biberleri ekleyin.
  5. Pişme sırasında malzemeler önce suyunu salacak ve siz pişirmeye devam ettikçe suyunu çekecek.Suyu bittiğinde zaten pişmiş olacak.Nefis mi nefis yemeğiniz hazır.
NOT:Eğer etsiz , zeytinyağlı kavurmasını yapmak isterseniz; tarifi aynen uyguluyorsunuz.Tek yapmanız gereken içinden eti çıkarmak:)


İşte elde edeceğiniz güzellik yukarıdaki fotoğraftan size göz kırpıyor.Foto cep telefonundan görüntü bozulmasın diye büyütmedim.Lezzeti bol hafta sonlarınız olsun efendim.

4 Mayıs 2015 Pazartesi

MEMLEKET HAVASI - YOL DURUMU - MİGREN


Hafta sonumuz önceden planlanmıştı.1 Mayıs sabahı erkenden yola çıkacaktık.Belki kahvaltıyı da yolda yapar keyifle yola devam ederdik, annemlere ulaşana kadar.Ertesi gün Nazilli pazarını pazar duasıyla açmak ve bu anı kaydetmek istemiştim.Perşembe gecesi başlayan migren krizim nedeniyle herşey hayal oldu.Sabah ilk işim ilacımı almak oldu ki en azından 1-2 saate ağrım geçsin ve ailem beni iyi görsün.Ama olmadı durum gittikçe kötüleşti, yol işkenceye dönüştü:(( cuma, cumartesi ve pazar geçmeyen ve birbirini tetikleyen ağrılar...hayatla tüm bağlantım kesildi.Annem ve babamın o halime üzülmesi de en kötüsü oldu.Hala kendime gelebilmiş değilim, durum hala pek iç açıcı değil anlayacağınız.

Burada paylaşacağım fotoğraflar dönüş yolunda çektiklerim.Eh ilaçlar az da olsa ağrımı hafifletmişti.Ve doğa bana her zaman iyi gelmiştir.Aslında doğa hepimize iyi gelir.Ama bunu unuttuk, betonlaşmış hayatlarımızdan.Nerede bir boş arazi görsek orayı tamamen binalarla doldurduk.Ne kadar çok ev o kadar çok kazanç demek çünkü.Ben binaları kanserli hücrelere benzetir oldum son yıllarda.1996 yılından bu yana korkunç bir beton yığınına dönüşen Bodrum böyle düşünmeme sebep oldu açıkcası.Ben de bu işin içindeyim mesleğim gereği ama keşke bu kadar yıkıcı olmasaydık.Elbette evler yapmalıyız ama bunu  insanı ve doğayı daha çok gözeterek yapmalıyız.Biraz az kar etsek dünyanın sonu gelmez.Ama bu hoyrat yapılaşma ve doğa katliamı insanoğlunun sonunu getirir.Yine artacak migrenim sinirlenmemeliyim, kızmamalı, üzülmemeliyim:)


Ne kadar da güzeller...


Yeşilin içinde kaybolmuş kırmızı kiremitten şapkaları olan evler.Biraz toprak kokusu, biraz da tezek kokusu ve çokça çiçek kokusu...


Nasılda görkemli...Hemen altında arı kovanları vardı.Çam kokulu balların müsebbibi...İşte insan tamda bu ağaç gibi olmak istiyor.Böyle görkemli, bir başına ama kocaman bir ormanın kalbinde.Nazım ne güzel söylemiş:

DAVET
Dörtnala gelip Uzak Asya'dan
Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan
  bu memleket, bizim.

Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak
ve ipek bir halıya benzeyen toprak,
  bu cehennem, bu cennet bizim.

Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,
yok edin insanın insana kulluğunu,
  bu dâvet bizim....

Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi kardeşçesine,
  bu hasret bizim...



Bir daha ki gidişime kirazlar olur, bana toplaması ve yemesi kalır.


Asfalt güzelleri bunlar 


Herşeye inat çıkarmışlar başlarını ve şenlendirmişler yol kenarlarını...görmeyi bilene.

Migrenli kafayla bugünlük benden bu kadar...Tarif bir daha ki yazıya diyelim ve ekleyelim: LÜTFEN DOĞAYA VE DOĞAL OLANA SAHİP ÇIKALIM, VAROLMAK İÇİN BUNA MECBURUZ UNUTMAYALIM.

Yazar caferengigul.blogspot.com