30 Haziran 2016 Perşembe

GÜZEL GÜNLER GÖRECEĞİZ


Nasıl bir kaos, nasıl bir vahşet bu yaşadıklarımız anlamak ve anlatabilmek imkansız.Yaşanan acı öyle büyük , öyle büyük ki kelimeler ufalıp yok oluyor.Acı unutulmuyor, korku büyütülüyor ve umut hep var.Tam ayağa kalkıyoruz yeni bir bomba, yeni bir saldırı, ölen masum insanlar, arkada kalan feryat figan aileler ve hala yerinde oturabilen siyasiler.Üç beş saçma sapan lakırdı, bomboş bakışlar ve ayrılamadıkları koltukları.Bu ülke insanını koruyamıyor, bu topraklar kana bulanıyor üç beş şerefsizin cebi dolsun, egosu tatmin olsun diye.Lanet olsun bu işe sebep olanlara ve çözüm üretemeyen yetkililere,tüm bu başarısızlığa rağmen makamını terk etmeyenlere.


Ben yine de inanmak istiyorum Nazım Hikmet'in dizelerine; yoksa nefes alamam."güzel günler göreceğiz ,güneşli günler...inanın."

20 Haziran 2016 Pazartesi

ÇİLEKLİ KEK


Son yazımı 4 Mayıs tarihinde paylaşmışım.Yani hayatımı altüst eden gün.Muhtemelen herşey o keyifli yazıyı paylaştıktan sonra olmuştur.Oysa ben ne kadar da mutluydum.Elbette hayatımda olumsuzluklar, terslikler oluyordu ama kendimi bu tersliklere kaptırmamayı ve hayatın tadını çıkarmayı başarıyordum.Kızdığım, alındığım anlarda oluyordu ama mazur görmeyi ya da belkide farkında olmadan yapmışlardır demeyi başarıyordum.Hoş bu bir başarı mı yoksa taviz vermek mi tartışılır.Ama ben yoluma devam ediyordum.

Herşey 5 Mayıs günü küçük bir operasyon geçirmemle başladı.Çünkü süprizdi, beklenmeyendi ve 2 yıldır düzenli gittiğim doktorumun görmediğiydi. 4 Mayıs günü gittiğim farklı bir doktor hemen yarın ameliyat dedi ve karar verildi.Önce  anlık bir tereddüt yaşadım ama olmalıydı , beklemek sadece süreci uzatmaktı. Herşey yolunda gitti ve sonuçlarda temiz çıktı şükürler olsun.Ama kırgınlığım tam da bu noktada başladı.Yıllarca yanlarında olduğum insanlar, dertlerini kendi derdim bilip çözümlemelerine yardımcı olduğum eş-dost-akrabalar, her türlü imkanımı uğruna harcadıklarım, değer verdiklerim, ailem bildiklerim, canım dediklerim ....bir geçmiş olsunu çok gördüler.Değil 5 dk uğramak; arayıp kendilerinin ihtiyaçlarını gidermemi istediler...Çok üzüldüm, çok ama çok kırıldım.Kendime ne çok kızdım.Kabullenemedim ve bir türlü hazmedemedim. Herşey koca bir yalanmış ne acı.İnsanlar bencilleşmiş, duyarsızlaşmış ne fena."Vefa" ölmüş , yası bile tutulmadan.Toplumsal çürüme dedikleri tam da bu olsa gerek. Blogda yazdım mı hatırlamıyorum ama ben 2010 - 2012 yılları arasında kıyametin koptuğuna inanıyorum.Yoksa bugün dünya olarak, ülke olarak , mahalle ya da aile ,birey olarak bunları, yani yaşıyor olduğumuz bu kaosu aşmış olurduk.Eskiden herşey çok farklıydı.İnsanlar ve toplumlar yaşanan olaylara karşı duyarlıydı oysa şimdi öylemi...

Kafamın içinde dönüp durdu günlerce olup bitenler ve benim düze çıkmam zor oldu bu sefer.Hayata , insanlara bakış açım değişti. 11 Haziran doğum günümdü ve ben artık bir karar vermeliydim.Hayatıma gereksiz yere girmiş tüm canlıları, bana sadece yük olanları, hep kendini anlatanları, kendini birşey sananları, kara cahil olduğu halde ben bilirimcileri, durmadan bize ait birşeyleri isteyenleri ve bunu kendilerinde hak görenleri hayatımdan çıkarmalıydım.Hayır tüm bu davranışların altında benim birşey anlamadığımı düşünüyor olmaları ve hala ve hala ve hala istemeye fütursuzca devam edebiliyor olmaları sizce de fazlasıyla ironik değil mi?

"Hayat öğretir" demişti yıllar önce sevdiğim bir büyüğüm.Evet hayat öğretiyor insana, artık durması gerektiğini ve sepetinde taşığı (gönüllü taşıdığı) fazlalıkları atması gerektiğini.İnsanlara yardım etmenin çok güzel olduğunu ama bir süre sonra insanların bunu kötüye kullandığını ve artık buna dur demeniz gerektiğini.Oysa bana doğduğum andan beri öğretilen paylaşmanın, alçakgönüllülüğün, yardımseverliğin birer erdem olduğuydu.Evet hala öyle düşünüyorum.Çünkü beni ben yapanlar bunlar.Ama işte incecik bir ayrım var ki onu anlamam için bunları yaşamam gerekiyormuş.

Şimdi günler sonra buradan, tam da bu noktadan baktığımda sadece teşekkür ediyorum onlara; bana nefes almam ve gereksiz yüklerimden kurtulmam için fırsat yarattıkları için.En çok da " öğrettikleri "
için.Tüm bu sürede bana en büyük , en büyük , en büyük desteği veren canım eşim Adem' e teşekkür ediyorum.Asla karşımda olduğunu hissetmedim, hep yanımdaydı hatta zaman zaman arkamdan ittiren de oydu karar verebilmem için ve tabiki Özdemir Bey.Arada tatsız şeyler yaşasam da biliyorum çok şanslıyım.Çünkü hayatıma dokunabilen güzel insanlar var ve ben artık sadece hakedenin hayatına dokunup, yükünü hafifletmeliyim biliyorum.Ve Cemal Süreya' nın dediği gibi

"Hayat kısa
                 kuşlar uçuyor."

Ne çok konuştum değil mi?Artık ağzımızı tatlandırma zamanı geldi de geçiyor bile:)


Malzemeler
- 3 yumurta 
- 1 su bardağı toz şeker
- 3 yemek kaşığı sıcak su
- 1 yemek kaşığı vanilya ekstratı
- 2 yemek kaşığı labne
- 1/2 su bardağı sıvı yağ
- 1 kase doğranmış çilek
- 1+ 1/2 yemek kaşığı buğday nişastası
- un
- kabartma tozu


Yapılışı
  1. Yumurta ve şekeri mikserin yüksek hızında 5 dk kadar çırpın.
  2. Sıcak suyu ekleyip düşük devirde çırpmaya devam edin.
  3. Sıvı  yağı, vanilyayı ve labne peynirini ekleyin.
  4. Un, kabartma tozu ve nişastayı ekleyin.Unu yavaş yavaş ekleyin.Kek hamurunu ne kadar akışkan tutarsanız o kadar yumuşak kekeler elde edersiniz.
  5. Mikseri durdurup doğramış olduğunuz çilekleri kek hamuruna ekleyin ve spatula yardımıyla karıştırın.Kek hamurunu yağlanmış kek kalıbına aktarın.
  6. Önceden 180 dereye ısıtılmış fırında 30 dk pişirin.
  7. Süre sonunda 5 dk tezgahın üstünde beklettiğiniz keki kalıptan çıkarın ve soğuyunca servis yapın.İsterseniz üstüne pudra şekeri serperek veya krema sürerek servis yapabilirsiniz.Afiyet olsun.



Evde olanlarla doğaçlama yapılmış , pandispanya kıvamında nefis çilek kokulu bir kek oldu.Çilekler tükenmeden denemelisiniz.Ağız tadınızın yerinde olacağı bir hafta dileğiyle.
 caferengigul.blogspot.com

4 Mayıs 2016 Çarşamba

BAZEN... KURU FASULYE , ZEYTİNYAĞLI TAZE BAKLA


Bazen lafa nereden başlayacağını bilemiyor insan.Kafamın içinde evirip çeviriyorum yazacaklarımı sonra, tam oldu derken girişi beğenmiyorum ve yeniden başlıyorum düşünmeye. Herşey birbirine giriyor.Bu aralar bende durumlar karışık ve ciddi derecede dikkat dağınıklığı problemim var.O çok sevdiğim kitapları bile okuyamıyorum, film izleyemiyorum, hani bir çok kadının sevdiği alışveriş varya; mağazaya girmem ve çıkmam maksimum 10 dk ile sınırlı kalıyor.Çok çabuk sıkılıyorum.Kafamın içinde bitmek bilmeyen düşünceler...Keşke hayatta matematik ve fizik kadar kesin olsaydı.Biliyorum onlarda tam kesin değil ama hayat kadar da muğlak değil.


Sanırım bu aralar beni en rahatlatan durum yukarıdaki fotoğrafın alttaki fotoğrafa dönüştüğünü gördüğüm anlar.


Nasılda ısıtıyor insanın içini.Çıt çıt çıt, çıtır çatır çat çaaattt diye yanarken kendine has bir melodi oluşuyor yeter ki duymayı bilmeli insan.Aslında hayat da fısıldıyor bize ama; biz bu kadar gürültünün içinde onu duyamıyoruz.Bazen de duymak istemiyoruz.Çünkü böylesi daha kolay geliyor.


Ateş yanmaya devam ederken  fırın ısına dursun , düşünceler  karışsın varsın. Azıcık bahçeyi gezmekle hallolacaksa tüm belirsizlikler hadi ne duruyoruz:) 


Bahçenin son baklalarıydı bunlar; toplandığı gibi pişirildiler.Tarif için bir tık tık yeterli:) Bu arada baklanın çoğu çiğ olarak tüketildi belirtmeden geçmeyeyim.Yoksa siz hala denemediniz mi?Şöyle anlatayım; dalından kopardığınız baklanın içini açıp çerez yer gibi tanelerini yiyorsunuz.Oh oh oh yok böyle bir lezzet benden söylemesi.Henüz daha bulunuyorken bir deneyin.


"Karadutum , çatal karam, çingenem
 Nar tanem, nur tanem , bir tanem" ( Bedri Rahmi Eyüboğlu )

Bakması ayrı güzel, yemesi ayrı.Ama bence en güzeli koparırken elimde, sunarken tabakta ve yerken dilimde oluşturduğu renklerin oyunu.


Çağlalar artık badem olma yolunda.Bence tam şu sıralar yemeli onları süt badem, buzda badem niyetine, çağladan geçmiş bademe varamamış halinde .


Bahçenin bir köşesinde kendiliğinden çıkmış yabani bir bitki, nasıl da alımlı, kendinden emin ve alçak gönüllü.


Sabırsızlıkla ilk hasadını beklediğimiz minik bahçemiz.Şu an fotoğrafta gördüğünüzden birazcık daha büyükler.


Bahçede olmak, toprağa dokunmak herkese iyi geliyor aslında.En çok bana ve Şero'ya :)


Fırın önü güzelleri ya da süslü nar ağacım.Elimin değdiği belli olmalı ki "burası Gülhan'ın " diyebilmeli görenler:))


Fırına girmeyi bekleyen ekşi mayalı ekmekciklerim.Tam unlu, çavdar unlu, beyaz unlu ve arpa unlular.Ama tüm unlar yerel tohum, organik tarım ve taş değirmen unu özelliğine sahipler.Katkısız, doğal, uzun mayalanma ile hazırlanmış nefis ekmeklerim. Onlarla uğraşırken neler neler geçiyor akıl odalarımdan; iyi, kötü, güzel, düşler, hayaller, gerçekler, öfkeler, kırgınlıklar, sevinçler...ama en çok da umutlar. Ekmeklerim; benim çocuklarım, kıymetlilerim. Kokusuna, tadına doyamadıklarım...Bi kabarmalarıyla mutlu olduğum ve az kabarmalarıyla oturup ağladığım:) emeklerim.


Fırın yakıldıysa o günün yemekleri fırında pişmeli mutlaka ya da fırın yakılacak diye yemekler hazırlanmalı:)


Ateşte pişmiş, hafif is kokulu ispir fasulyesi .


Biz yemelere doyamadık, yok böyle bir lezzet .Tarif isterseniz eğer tıklayın çekinmeyin.Yalnız üstteki fotoğrafta görmüş olduğunuz fasulyeyi sade hazırladım.Yani sucuk, et veya pastırma yok.Sadece ispir fasulyesinin ateşle birlikteliğinin tadına ulaşmaktı amacım:)


Ve güneş battı , ekmekler pişti.Fırından alınmadan az önce semoş çayı ile objektiflere poz verdiler.Böylece bir günü daha bitirmiş olduk.Tüm kafa karışıklıklarım, düşüncelerim, dikkat dağınıklığım ve ben.Durup dinlemek vakti ; hayatı , doğayı ve kalbimi.Elbet bu karışıklık bitecek, elbet yeniden durulacak düşünceler...Siz inandınız mı buna? Şimdiden söyleyeyim ben inanmadım.Çünkü ben demek hep düşünmek demek aslında.Ama dikkat dağınıklığı hiç benlik bir durum değil.

Fırının başında bahçede geçen bir gün sadece huzur demek, şükür demek, dinginlik demek.Hadi sizde durun.Kısa bir mola verin; önce doğaya, sonra içinize dönün.Bakalım neler bulacaksınız.
Yazar H.GÜLHAN ÖZ ÖZER
 caferengigul.blogspot.com

27 Nisan 2016 Çarşamba

GİRİTLİ KURABİYESİ ( TRİVİRYA )


Köklerimin bir ucu Girit'e uzanıyor.Rahmetli babaannemin memleketi.Kimler kaldı, kimler gitti ve hala orada ailemden birileri var mı bilmesem de içimde bir özlem var hiç görmediğim Girit'e dair. Babaannem ... ne çok özlüyorum seni ve nasıl pişmanım bildiğin herşeyi öğrenemediğim için. Babaannem mavi boncuk gözlü, kınalı ve iki örük saçlı dev gibi bir kadındı.Bir adımıyla yerin sallandığını hatırlıyorum , bir de o mis gibi kına kokusunu.Biz daha Konya'dan yola çıkmadan "oğlum, gelinim, torunlarım geliyor" diye hislerine güvenerek hazırlıklara başlamasına hiç akıl erdiremezdim o zamanlar.Habersiz giderdik.Çünkü telefon kullanımı bu kadar yaygın değildi o yıllarda.Biz Konya'dan Bozdoğan'a varmadan o katmerini, otlu gözlemelerini, oğlak kavurmasını çoktan hazır etmiş olurdu.Biz eve vardığımızda tahta çardakta ipek iğne oyalarını yaparken bulurduk onu, kocaman hazır bir sofrayla.Ondan öğreneceğim ne çok şey varmış şimdi şimdi daha iyi anlıyorum ve anladıkça kocaman bir taş gelip oturuyor yüreğimin orta yerine.


Çoook eski zamanlardan beri yapılan bir tarif Giritli kurabiyesi yani Trivirya. Babaannemin yaptığını hatırlamıyorum ama bahsettiği aklımın bir köşesinde saklı durur.Bu tarifin olmazsa olması zeytinyağı ve ev yapımı yoğurt.Orjinal tadına ulaşmak istiyorsanız bu iki noktayı es geçmeyeceksiniz.Tabii bir de o yıllarda bu yemeklerin odun fırınlarında yapıldığını belirtmek gerek.Ben yıllardır elektrikli fırında yaparım.İlk defa odun fırınında pişirdim ve fark inanılır gibi değil.

Tarife geçelim mi artık:)

Malzemeler
- 1 kase zeytinyağı
- 1,5 kase toz şeker
- 1 kase ev yoğurdu
- 2 tatlı kaşığı tarçın
- 1 tatlı kaşığı karbonat ( sakın kabartma tozu kullanmayın )
- 1 kase kuru üzüm
- un 
- susam


Yapılışı
  1. Zeytinyağı, yoğurt ve şekeri karıştırın.İyice özleşince yavaş yavaş un ekleyerek yoğurun.
  2. Yumuşak ama ele yapışmayan bir kıvamı olmalı hamurun.Tarçın ve karbonatı az unla karıştırıp hamura ekleyin ve yoğurun.
  3. Son olarak üzümleri ekleyip hamuru yoğurarak eşit olarak karışmasını sağlayın.
  4. Hamurdan yumruk büyüklüğünde parçalar koparıp uzatın ve susam içinde yuvarlayarak ay çöreği ya da halka şeklini vererek tepsiye yerleştirin.
  5. Önceden 180 dereceye ısıtılmış fırında 40 dk pişirin.
Vee mis kokulu , is kokulu , tarçın kokulu, aile kokulu, geçmiş kokulu, babaannem kokulu kurabiyelerim hazır.


Fırın yandı kurabiyeler piştiyse fırından alınan köz semoşa (semaver ) alınıp bi çay demlenir artık.Hava bu aralar serinlemiş olsada fırının sıcaklığı bahçe keyfini uzatmaya yardımcı olur.


Fırında ekşi mayalı ekmek yapımına son hız devam edilir:)


Hava kararmış , soğuk ve fırının başında çalışmak yorucu olsa da bu mükemmel ekşi mayalı, organik unlu ekmekler için tüm zahmete değer.

Uğruna harcadığınız zahmete değecek anlarınız, kıymetini bileceğiniz anılarınız ve deneyiminden yararlanacağınız aile büyükleriniz hep kalbinizin bir köşesinde olsun.
Yazar H:GÜLHAN ÖZ ÖZER 
caferengigul.blogspot.com

21 Nisan 2016 Perşembe

MUZLU KEK


Bir hafta arayla yeniden merhaba.Geçen hafta canım anneciğim vardı ve ben blog yazımı bu yüzden yazamadım.Bir de bir yorgunluk ve uyku hali var son günlerde üzerimde ki sormayın.Uykuyu hiç sevmeyen ben akşamları koltukta uyuya kalıyorum:( bu durumdan hiç mi hiç memnun değilim.Sanırım bahar alerjisi ve bahar yorgunluğundan kaynaklanıyor bu durumum.

Muzlar tezgahlarda bitmeden bu keki mutlaka yapmanızı öneririm.Tarif Lezzet dergisi Mart 2016 sayısından alınmıştır ve şahanedir bilginize.


Malzemeler
- 125 gr tereyağı
- 3 adet muz
- 2 yumurta
- 1 su bardağı toz şeker
- 50 gr hindistan cevizi
- 1 tatlı kaşığı vanilya özütü
- 235 gr un
- 1,5 çay kaşığı kabartma tozu
- bir tutam karbonat
- bir tutam tuz
- üzeri için pudra şekeri


Yapılışı
  1. Tereyağını eritin ve soğumaya bırakın.
  2. Yumurta ve toz şekeri mikser yardımıyla çırparak krema kıvamına getirin.
  3. Krema haline gelen yumurtalı karışıma hindistan cevizi ve vanilayayı ekleyip çırpmaya devam edin.
  4. Ilımış olan tereyağını ekleyerek 2 dk kadar çırpın.
  5. Muzları çatal yardımıyla ezerek pürüzsüz bir püre haline getirin ve yumurtalı karışıma ilave ederek karışım homojen bir hale gelene kadar mikserin düşük hızında çırpın.
  6. Tüm kuru malzemeleri ayrı bir kapta eleyerek yavaş yavaş sıvı karışımla birleştirin.
  7. Hazırlamış olduğunuz kek hamurunu yağlayıp unladığınız kek kalıbına dökün.
  8. Hamurun kıvamı fotoğrafta görmüş olduğunuz gibi biraz koyu oluyor.
  9. Önceden 180 dereceye ısıtılmış fırında 20-25 dk kadar pişirin.
  10. Kekiniz soğuduktan sonra üzerine pudra şekeri serperek servis yapın.Tarifin orjinalinde kekin üzerine biraz bal gezdirin diyordu bilginize:)


Bu kek öyle sıcak sıcak da nefis olan keklerden haberiniz olsun.Hatta ben ertesi ve daha ertesi gün tüketirken fırında azıcık ısıtarak yedim.


Soğuk kış günleri için ideal bir kek.Vanilya, hindistan cevizi, muz ve tereyağı uyumu inanılmaz güzel.Deneyin göreceksiniz.


Ben bu fotoğrafı çektiğimde hanım çantası isimli çiçeğim eve yeni gelmişti.Mevsimlik bir çiçek kendileri ve ömrü tıpkı bir kelebeğin ki gibi kısacık.


Evde kek pişiyorsa mutlaka çay da demlenmiştir.Bazen "hadi kek yaptım gel" diyerek bir arkadaşımı davet ederim , bazende karşıma kendimi alıp derin sohbetlere dalarım bir dilim kekin damağımda bıraktığı lezzetle.
Keyifli hafta sonları diyelim ve haftaya yeni bir yazıda buluşalım.

YazarH.GÜLHAN ÖZ ÖZER 
caferengigul.blogspot.com

8 Nisan 2016 Cuma

KÜÇÜK BİR GEZİ (ÇAMLIK KÖYÜ, MAZI, ÇÖKERTME ) BİR TÜR ARINMA


Bugün şiddetli lodos fırtınası hakim Bodrum'da.Denizde dev dalgalar, ağaçlar kırıldı kırılacak, yeni yeni oluşan meyveler yerlerde, filizlenen dallar kırılmış durumda, ortalık toz duman.Bir migrenli ve alerjili olarak benim halimde hiç iç açıcı değil:(

Yoğun bir haftayı geride bırakmaya hazırlanıyorum.Bu hafta bir tarif veremedim.Sayfanın yazısız kalmasınada gönlüm razı olmadı.Gelenler eli boş dönmesin diye geçen hafta sonu yaptığımız kaçamaktan fotoğraflarla bir yazı hazırlamak istedim.Eşimin arabasını servise bırakarak başladık geçen hafta sonuna.Arabayı bırakıp Çamlık köyüne ( namı diğer zıp zıp ) kahvaltıya gittik.Kahvaltının fotoğrafını çekmemişim:( Ama Bodrum merkezde yaptığımız kahvaltılardan biraz farklıydı.Porsiyonlar büyük, zeytinler harika, ekmek bazlama, çay sınırsız ( ki benim için olmazsa olmaz ) , yaprak sarma, beni benden alan karışık kızartma, en sevdiğim mayalı hamur kızartması yani pişi ...ve daha neler neler:) Fiyat Bodrum'a göre oldukça ucuz.Biliyorum ah bir de fotoğrafını çekseydin Gülhan dediğinizi:) ama işte bazen böyle olabiliyor.


Kahvaltı sonrası köyde bir yürüyüş şarttı.Ve yolda bizi bu sevimli ama bir o kadarda meraklı tosun kardeşler karşıladı.Ben onların fotoğrafını çekmek için yaklaşınca onlarda bize doğru hızlı adımlarla yürümeye başladılar.Üstelik bir de kendilerini sevdirmezler mi? Sanırsın kedi yavrusu:)


Bakışların güzelliğine bakar mısınız.Hayatım boyunca hayaller kurdum ben ve tümü gerçeğim oldu.Şimdi ki hayalim küçük bir çiftliğimin olması.İnekten emin değilim ama keçi, tavuk, at ve sebzelerle dolu bir bahçe olacağı kesin.Ağaçların içinde ahşap bir ev bence harika olur.Hayaller başlasın , büyüsün ve gerçeğe dönüşsün.


Çamlık köyünden ayrılıp Mazı'ya doğru yola koyulduk ve yol boyu orman bize eşlik etti.Arada arabayı kenara çekip ormanın içine daldık.Ağaçların , kuşların sesi, rüzgarın sesi, yere düşmüş çam iğnelerinin altında yürüyen böcübörtünün hışırtısı ve mis gibi doğanın kokusu...dinginlik, huzur.İşte bu kadar hayat, görebildiğin kadar, hissedebildiğin kadar, sevebildiğin kadar.


Sonrası uçsuz bucaksız bir deniz, burnumu gıdıklayan iyot kokusu ve ıssızlığın ortası.İnsan yoruluyor bazen kalabalıklardan,


bazen kendinden...


bazen elektrik direklerinden ve tellerinden...

" Ve kahin, "elektrik tellerini dikin" dedi.
" Zamanı gelince , çarmıha gerilecek şehrin bütün suçları!"
İşte bu kadar çok elektrik direği, bu yüzden vardı." 

demiş Ece Temelkuran ,Bütün Kadınların Kafası Karıştır kitabında.


Mazı' dan sonra Çökertmeye geçtik.Sahilde yürürken fotoğrafta ki hazineyle karşılaştık.Bilenler bilir ne kadar değerli olduğunu.Bazıları için sadece çam kozalağı da olabilir tabikii.


Bu güzellik bir çam kozalağı ama onu bu kadar değerli yapan künar kozalağı olması.Dolmalarda kullanılan adı üstünde dolmalık fıstık bu kozalağın içinde oluyor.3-4 kozalaktan yaklaşık 2 su bardağı kadar fıstık çıktı:) Bizim için gezinin süpriziydi bu lezzetli mi lezzetli fıstıklar.


Çökertme sahili.


Çökertme 'den geri dönerken bu tezgaha rastladık.Tezgahın başında kimsecikler yoktu.Bizi görünce hemen arkadaki evden bu amca çıktı.Bizi evine , çaya davet etti.Ülke bu kadar karışmışken , kimin ne olduğu bu kadar muallaktayken ve dolandırıcılar telefonla insanları korkutup varına yoğuna göz koymuşken köyün birinde bir amca ve eşi hanımefendi hiç çekinmeden , olan doğallığıyla "bizde çay demledik tam içiyorduk hadi gelin birlikte içelim, sonra bakarsınız" diyebiliyor.Sanırım 1 saat kadar oturduk.Teyze dondurucuya attığı çağlalardan bile ikram etti bize.Etraftan , tanıdık eş dostun hamile olanı olurda çağla aşerer diye atmış dondurucuya çağlaları.Ne kadar güzel niyetli insanlar.Bazen hiç umudum kalmıyor gelecekten , kolum kanadım kırılmış uçamayan bir kuş gibi hissediyorum kendimi.İşte tam böyle zamanlarda dibe vurmak üzereyken böyle insanlar çıkıyor karşıma.Bu ülkeyi, dünyayı bu insanlar kurtaracak biliyorum ve yeniden hayata tutunuyorum.


Yol manzaraları...


Erguvan zamanı...Kimi mor, kimi pembe, kimi mavi-mor arası renkleriyle baharın habercisi erguvanlar uğurladı bizi günün sonunda.Bir gün erguvanlar biterse; bilin ki güzel insanlarda bitmiştir diye fısıldıyorlardı rüzgara.
Bu hafta sonu bırakın kendinizi doğaya.İnanın bana yeniden doğmuş gibi olacaksınız.
caferengigul.blogspot.com