Bazen lafa nereden başlayacağını bilemiyor insan.Kafamın içinde evirip çeviriyorum yazacaklarımı sonra, tam oldu derken girişi beğenmiyorum ve yeniden başlıyorum düşünmeye. Herşey birbirine giriyor.Bu aralar bende durumlar karışık ve ciddi derecede dikkat dağınıklığı problemim var.O çok sevdiğim kitapları bile okuyamıyorum, film izleyemiyorum, hani bir çok kadının sevdiği alışveriş varya; mağazaya girmem ve çıkmam maksimum 10 dk ile sınırlı kalıyor.Çok çabuk sıkılıyorum.Kafamın içinde bitmek bilmeyen düşünceler...Keşke hayatta matematik ve fizik kadar kesin olsaydı.Biliyorum onlarda tam kesin değil ama hayat kadar da muğlak değil.
Sanırım bu aralar beni en rahatlatan durum yukarıdaki fotoğrafın alttaki fotoğrafa dönüştüğünü gördüğüm anlar.
Nasılda ısıtıyor insanın içini.Çıt çıt çıt, çıtır çatır çat çaaattt diye yanarken kendine has bir melodi oluşuyor yeter ki duymayı bilmeli insan.Aslında hayat da fısıldıyor bize ama; biz bu kadar gürültünün içinde onu duyamıyoruz.Bazen de duymak istemiyoruz.Çünkü böylesi daha kolay geliyor.
Ateş yanmaya devam ederken fırın ısına dursun , düşünceler karışsın varsın. Azıcık bahçeyi gezmekle hallolacaksa tüm belirsizlikler hadi ne duruyoruz:)
Bahçenin son baklalarıydı bunlar; toplandığı gibi pişirildiler.Tarif için bir
tık tık yeterli:) Bu arada baklanın çoğu çiğ olarak tüketildi belirtmeden geçmeyeyim.Yoksa siz hala denemediniz mi?Şöyle anlatayım; dalından kopardığınız baklanın içini açıp çerez yer gibi tanelerini yiyorsunuz.Oh oh oh yok böyle bir lezzet benden söylemesi.Henüz daha bulunuyorken bir deneyin.
"Karadutum , çatal karam, çingenem
Nar tanem, nur tanem , bir tanem" ( Bedri Rahmi Eyüboğlu )
Bakması ayrı güzel, yemesi ayrı.Ama bence en güzeli koparırken elimde, sunarken tabakta ve yerken dilimde oluşturduğu renklerin oyunu.
Çağlalar artık badem olma yolunda.Bence tam şu sıralar yemeli onları süt badem, buzda badem niyetine, çağladan geçmiş bademe varamamış halinde .
Bahçenin bir köşesinde kendiliğinden çıkmış yabani bir bitki, nasıl da alımlı, kendinden emin ve alçak gönüllü.
Sabırsızlıkla ilk hasadını beklediğimiz minik bahçemiz.Şu an fotoğrafta gördüğünüzden birazcık daha büyükler.
Bahçede olmak, toprağa dokunmak herkese iyi geliyor aslında.En çok bana ve Şero'ya :)
Fırın önü güzelleri ya da süslü nar ağacım.Elimin değdiği belli olmalı ki "burası Gülhan'ın " diyebilmeli görenler:))
Fırına girmeyi bekleyen ekşi mayalı ekmekciklerim.Tam unlu, çavdar unlu, beyaz unlu ve arpa unlular.Ama tüm unlar yerel tohum, organik tarım ve taş değirmen unu özelliğine sahipler.Katkısız, doğal, uzun mayalanma ile hazırlanmış nefis ekmeklerim. Onlarla uğraşırken neler neler geçiyor akıl odalarımdan; iyi, kötü, güzel, düşler, hayaller, gerçekler, öfkeler, kırgınlıklar, sevinçler...ama en çok da umutlar. Ekmeklerim; benim çocuklarım, kıymetlilerim. Kokusuna, tadına doyamadıklarım...Bi kabarmalarıyla mutlu olduğum ve az kabarmalarıyla oturup ağladığım:) emeklerim.
Fırın yakıldıysa o günün yemekleri fırında pişmeli mutlaka ya da fırın yakılacak diye yemekler hazırlanmalı:)
Ateşte pişmiş, hafif is kokulu ispir fasulyesi .
Biz yemelere doyamadık, yok böyle bir lezzet .Tarif isterseniz eğer
tıklayın çekinmeyin.Yalnız üstteki fotoğrafta görmüş olduğunuz fasulyeyi sade hazırladım.Yani sucuk, et veya pastırma yok.Sadece ispir fasulyesinin ateşle birlikteliğinin tadına ulaşmaktı amacım:)
Ve güneş battı , ekmekler pişti.Fırından alınmadan az önce semoş çayı ile objektiflere poz verdiler.Böylece bir günü daha bitirmiş olduk.Tüm kafa karışıklıklarım, düşüncelerim, dikkat dağınıklığım ve ben.Durup dinlemek vakti ; hayatı , doğayı ve kalbimi.Elbet bu karışıklık bitecek, elbet yeniden durulacak düşünceler...Siz inandınız mı buna? Şimdiden söyleyeyim ben inanmadım.Çünkü ben demek hep düşünmek demek aslında.Ama dikkat dağınıklığı hiç benlik bir durum değil.
Fırının başında bahçede geçen bir gün sadece huzur demek, şükür demek, dinginlik demek.Hadi sizde durun.Kısa bir mola verin; önce doğaya, sonra içinize dönün.Bakalım neler bulacaksınız.
Yazar H.GÜLHAN ÖZ ÖZER
caferengigul.blogspot.com